genç
30 Mart 2011 Çarşamba
bi şarkı tavsiyesi sadece mesela
http://www.youtube.com/watch?v=Tqw8_EyXEOA
23 Ekim 2010 Cumartesi
22 Ekim 2010 Cuma
18 Ocak 2010 Pazartesi
Büyüyorum
Büyüyorum..
Öğrenerek, evet. Her geçen günden kendime bir şeyler katarak. Kimi zaman bu ‘öğrenme’ süreci bana çok pahalıya patlasa da.. Evet, sonuçta öğreniyorum ve ardından, ‘arkama’ bakmamaya çalışarak devam ediyorum yaşamaya, devam ediyorum yenileri, başka yolları denemeye..
Yaşadığım her şey ama her şey beni daha güçlü bir hale getiriyor. Hani vardır ya basmakalıp bir söz “Seni öldürmeyen şey güçlü kılar.” şeklinde, aynen öyle işte; fakat “Hata yaptıktan sonra o hatadan ders çıkarıp tekrarlamamak” şeklinde değil. Tam aksine, ‘insan’lığın vermiş olduğu acizlikten dolayı tekrarlıyorum aynı hataları, belki de bir umutla ‘Bu sefer..’ umuduyla. Sonunda ne oluyor peki? Tekrarlanan hataların sonuçları, ilk seferindeki kadar acı vermiyor. Güzel bir şey bu değil mi? Güzel güzel..
Ama bir yerden sonra öyle bir hale geldim ki, zaten ‘umursamaz’ olan kişiliğim, hayatımda gerçekleşen ‘hiçbir şeyi’ umursayamaz hale geldi. Olanları yalnızca uzaktan seyredip gülümseyebildim. Şimdi bu pozisyona gelene kadarki dönüm noktalarıma gelelim hadi.
İnsanın ‘çocukluk’ dönemi belki hiç bitmiyor, hele benimki, ama ben az önce bahsettiğim durumları yaşadığımı ‘fark ettiğimde’ lise 1 deydim. Liseli olmanın verdiği o adrenalin isteği, ‘ben’ olmanın da verdiği ayrı bir heyecanla birleşince engellenemez bir ‘yaşama’ isteği ortaya çıktı tabii. O zamanlar fark ettim ben, hayatıma girip çıkan her insanın aslında benden bir şeyler götürmek yerine bana çok şey kattığını. Biraz öncesini de düşündüm hatta. Ortaokul zamanları.. Kimin ne umurunda olabilir ki o dönemler ya da kim ne yaptığını oturup düşünür ve irdeler? Ben de yapmadım elbette, ama dediğim gibi sonradan fark ettim. Kişilere gelelim şimdi.
İlk olarak bahsetmek istediğim, ‘Z’ bana bir erkekle bir kızın yaşayabileceği en güzel arkadaşlığı öğretti. Onunla ben asla tek başıma olmadığımı fark ettim. O bazı korktuğum zamanlarda hatırlayıp güç aldığım kişiydi, her türlü. Oydu bana ‘arkadaşlığın’ her şeyin üstünde olduğunu ve ‘asla’ kaybedilmemesi gerektiğini öğreten. Arkadaşlığı ‘yaşamayı’ gösteren ve arkadaşlığı ‘hissettiren.. Şu an hayatımda olan sayısız ‘pürüzsüz’ arkadaşlıkların sebebi belki de kendisi.
Sonra, ‘O’ bana sevmeyi öğretti. Yalnızca içimde ‘sevgiyi hissedebilmeyi’. Büyük bir şey miydi bu? Sonradan yaşadıklarıma göre değil belki ama şöyle bir geçmişe baktığımda o zamanlar için azımsanamaz büyüklükteydi. Defterlerime, masamın üstüne yazdığım; ‘kırmızı kalemimin’ üstüne kazıdığım isimdi O’nun adı. Günlüğümde bir gün içinde yaşadıklarımı yazarken en çok geçen kelimeydi O’nun adı. Çok fazla zaman geçirmesek de birlikte.
Ve ‘B’ geldi, en tuhaf zamanda ve en beklenmedik şekilde. Başlarda ben o kişinin hayatımın sonrasını diğerlerinden daha çok değiştirebileceğini, sonraki her şeyi etkileyebileceğini fark etmeden. İçimde hissettiğim o eğlencenin, daha farklı şekilde yorumlanmasını sağlayan sadece içimdeki heyecan arayışıydı. Tabii bir de bazı arkadaşlarım =) Ne oldu? ‘Sevgi’ zannettim işte o içimdeki eğlenmenin verdiği mutluluğu ve artık onun adıydı tüm aklımı dolduran ve onun adıydı her anımı hakkında bahsederek geçirdiğim. ‘Seviyor’ muymuşum? Hayır. =) Daha sonra bitti, ‘bitti’ diyorum çünkü o zamanlar varlığına inanıyordum. Varlığına inandığım bir şeyi kaybetmek de beni mahvetti doğal olarak. O bana ‘kaybetmeyi’ öğretti, evet. O benim içimdeki müzikti artık, her dinlediğimde canımı acıtan. Bunu paylaştım, çok kişiyle değil; ama en çoğunu önemli kişiyle. ‘A’ idi o..
Nasıl olduğunu bilmeden geldi o hayatımın en önemli şahsı. ‘Her şeyim’ oldu bir anda. En yakın arkadaşım, ailem, sevgilim, sahip olduğum her şey oldu. ‘A’ bana ‘aşık’ olmayı, ‘aşk’ın varlığına inanmayı, aşkın ‘sonsuzluğunu’, ‘ilişki’nin ne olduğunu gerçek anlamda öğretti. Onunlayken ne gözüm etraftaki diğer şeyleri görüyordu ne de ben bunun farkındaydım. Olduğu yerde çok zaman kaldı ve ben de hep ‘burada’, ‘aynı şekilde’ kalacağına inandım. Evet, bunu da hissetmeyi öğretti. Sonra değişti her şey. ‘Burada’ değil, ‘orda’ydı artık o. Hayatımın en büyük ‘kaybı’na dönüştü birden bire sahip olduğum tek şey. Halbuki ben ‘kaybetmeyi’ zaten öğrenmiştim değil mi? Ama asıl kayıpla baş etmeyi o öğretmiş oldu işte.
Hayatım tamamen değişti ondan sonra. Artık ne bir şeye inandığıma inanıyordum, ne de gelip giden ‘harflerin’ önemine. Kendimi kandırmakta bir numara olsam da hayatıma eskisi gibi devam edebileceğime inandıramadım kendimi işte. Belki de onun aslında hayatımdan tamamen hiç çıkmamış olmasıyla ilgiliydi bu. Her şeyde o vardı çünkü. Dinlediğim müzikteki her notada, bana bakan tüm insanların bakışlarında, şu bana her şeyi öğreten lanet şehirde gittiğim her yerde ve hatta aynaya baktığımda kendi gözlerimin içinde.. Bir daha ‘hissetmeyeceğime’ inandım sonra işte.
Bu inancımı değiştiren ‘E’ hayatıma girdiğinde kendime inanamadım. Artık ne ‘A’yı düşünebiliyordum ne de gelip gidenler umurumdaydı. O vardı artık benim için ve o kadar değerliydi ki beni ‘kaybı’ düşünmekten kurtardığı için. Hatta öyle garip ki, beni kurtardığını sonradan bir gün düşünürken fark ettim ben. “Aklıma gelmiyor artık, nasıl yani unutuyor muyum?!” dedim kendi kendime. Böylece o da bana, hayatımdaki ‘en büyük’ kayıpların bile ‘unutulabilecek’ ve ‘geçici’ olduğunu öğretti.
Şu an hayatıma devam ediyorum, bu bahsettiğim tüm ‘büyük harflerin’ ve diğer ‘küçük harflerin’ de bana öğrettikleriyle. Bunları oturup düşününce yaşanılan her şey anlamsız geliyormuş gibi görünse de aslında hiçbir şeyin anlamsız olmadığını anlayarak insan bir rahatlıyor sanki. Hikaye daha bitmedi ve daha yarısına bile gelmedik belki; ama buradan tüm hepsine çok teşekkür ediyorum.
Öğreniyorum ve
Büyüyorum sizinle..